29 Ağustos 2021 Pazar

Kuponla Başlayan Macera

Sene 2008, ironi yapmıyorum, Türkiye ekonomisi şaha kalkmış durumda. Bugün sekiz lira olan bir dolar o günlerde neredeyse bir lira, bugün on iki lira olan bir pound o günlerde iki liradan biraz fazla, gazeteler beş senedir elektriğe, benzine zam gelmediğini, ilaç fiyatlarında yeniden indirime gidildiğini, enflasyonun tek hanelerde seyrettiğini yazıyor, her yerde çarşaf çarşaf yurt dışı tatili ilanları var, yurt dışına tatile gitmeyeni dövüyorlar. Demokrasi desen sanki Allah “Yürü ya kulum.” demiş gibi dört nala gidiyor. Baş örtüsü yasakları kalkıyor, bir mayıslar resmi tatil ilan ediliyor, hatta iki sene sonrasında artık 1 Mayıs’lar Taksim Meydanı’nda coşkulu bir şekilde kutlanmaya başlıyor. Tam anlamıyla her şey şahane olmasa bile, bazı şeyler Türkiye’de o güne dek hiç olmadığı kadar yolunda. Aynı sene ise Avrupa’da 2000’li yıllardan beri süregelen bir dizi hata sonucu çok uzun süredir görünmeyen bir ekonomik kriz var. İspanyada işsizlik oranı yüzde ellilere çıkıyor, İzlanda’nın üç büyük bankası iflas ediyor, İngiltere’de ev fiyatları yüzde 40 oranında değer kaybediyordu. Ve işte bu şartlar altında ben, Türkiye’den yurt dışına çıkış yollarını arıyordum. Sanırım Türkiye’yi Türkiye zirvedeyken bırakmak istiyordum. Seçeneklerim ise şunlar: Azerbeycan, Gürcistan, Arnavutluk, Özbekistan, Tacikistan. Seçeneklerim bunlar çünkü o sene üniversite sınavına girdim ve bütün tercihlerimi yurt dışı olarak yaptım. Yurt dışına çıkmak için öyle azimliyim ki, seçeneklerde Mikronezya olsa orayı bile yazacağım, hatta Kuzey Kore’ye bile tavım. Mikronezya Papua Yeni Gine’nin doğusunda yer alan bir ülke bu arada. Üstelik gidip görmek isterseniz Türk vatandaşlarından vize istemeyen bir güzelliği de var. 

Ben, acaba sınav sonucundan hangi ülke çıkacak diye düşünürken, başka bir yerde yayın hayatına yeni başlayan Bugün Gazetesi’nin yönetim kurulu “Tirajlarımızı nasıl artırabiliriz?” diye düşünüyormuş. Ve sanırım içlerinden biri “Üç yüz otuz üç kişiyi İngiltere’ye gönderelim, bir daha Bugün Gazetesi alamasınlar geride kalanlara ibret olur.” diye bir fikir öne sürmüş, geri kalan yönetim kurulu üyeleri de kabul etmiş olacak ki gazete elli dokuz kupona, çekilişle, üç yüz otuz üç kişiye İngiltere’de dil kursu hediye etmeye karar vermişti. Vize işlemlerinden tutun, yeme, içme, konaklamaya varana kadar her şeyi gazete karşılıyordu üstelik. Reklamları da çok yaratıcıydı. O zamanki ben yaşlarında bir genç gazete bayisine gidip Bugün Gazetesi’ni eline alıyordu ve gazetenin sayfasını açar açmaz hop kendisini Londra’nın ortasında buluyordu. Kendimi Bakü, Tiflis, Tirana, Taşkent ya da Düşanbe’nin ortasında bulmaktansa Londra’nın ortasında bulma fikri cazip gelmişti. Hatta o kadar cazip gelmişti ki doksanlı yıllarda kuponla bir ürün almanın acı tecrübesini tatmış birisi olmama rağmen her gün beş tane Bugün gazetesi alıp kazanma şansımı dörde katlamıştım. Çünkü çekiliş hakkımın birisine kuzenim el koymuştu. Doksanlı yıllarda gazeteler hesap makinesinden hallice bir şeyi cep bilgisayarı, walkman’den hallice bir şeyi dev müzik seti, sırt çantasından hallice bir şeyi katlanan bavul diyerek kuponla vermişlerdi. Bunlar daha verilenler, birde hala Günaydın Gazetesinden buzdolabı bekleyen bir kesim var ki onların hali içler acısı. "Ne kestin koç, ne yedin hiç” 

 

Talihlilerin açıklanacağı gün geldi çattı. Sanki o kadar kişinin arasından bana çıkacakmış gibi erkenden gazete bayisine koştum. Gazeteler bayiye yeni gelmiş olduğu için içerisi buram buram gazete kokuyordu. Hemen elime bir tane Bugün Gazetesi alıp kazanan talihlilerin yazdığı sayfayı açtım. Talihliler isim, soyisim ve şehir olarak listelenmişti. Tek tek isimlere bakana kadar şehirlere bakayım daha kolay olur diyerek başladım bakmaya. İstanbul, İstanbul, Ankara, Bursa, İstanbul, yeniden Ankara, İstanbul, İzmir derken Ürgüp!! Sanki ben olma ihtimali hiç yokmuş gibi “Aa Ürgüpten biri kazanmış kimmiş acaba?” diyerek karşısındaki isme baktım. Benmişim. Reklam gerçek olmuştu. Sabah vakti, müşterinin en yoğun olduğu zamanda, gazete bayisinin içinde, çile bülbülüm şarkısındaki o coşkulu ve hep beraber söylenince keyifli olan bölümdeki gibi “Allah!” diye bağırınca diğer müşteriler “Umarım geçerli bir sebebin vardır.” dermiş gibi bana bakmaya başladılar. Geçerli bir sebebim olmasa döveceklermiş gibi gelmişti ama durumu açıklayınca iş tatlıya bağlandı. Eve geldim gazetenin o sayfasını açıp bir daha baktım, sonra bir daha, sonra bir kere daha. En sonunda o bölümü kesip cüzdanıma koydum, ara ara bakıyordum. Ne kestin kupon, ne yedin Full English Breakfast. 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder