14 Eylül 2021 Salı

Londra'da İlk İş Günüm

Yerin yedi kat dibindeyim. Gerçekten yedi kat dibinde! Londra’nın üstü, nüfusun ihtiyaçlarını karşılamaya yetmemiş. Bu yüzden yeri yarıp altına da metroydu, otoparktı sıkıştırmışlar bir şeyler. Bizde Bülent’le beraber bana bisiklet taksi kiralamak için bir otoparkın eksi yedinci katına gittik. Arabasını kimse eksi yediye kadar indirmek istemediğinden dolayı, orayı da bisiklet taksicilere kiralayalım demişler. Türkler, bu sektörde hem çalışan olarak hem de bisiklet kiralayan olarak sayıca diğer milletlere göre çoklar. Ben de bir Türk’ten bisiklet taksi kiraladım ve işe çıktık. Bugünkü amacım para kazanmaktan ziyade az çok yolları öğrenmek, işin nasıl yapıldığını görmek ve bisiklet sürmeyi öğrenmekti. Bisiklet sürmeyi tabii biliyorum ama bu bisiklet üç tekerli ve arkasında kocaman üç kişilik koltuk var. Oğuz, Yücel ve Bülent’le beraber kalmaya başladığım evde koltuk yok, bu bisikletlerde var. Alışmak için en azından bir kere şehirde müşterisiz tur atmak lazımmış. Çünkü bisikletin arka tarafının genişliğini unutup ufak tefek kazalar atlatan çok oluyormuş. Bu arada bisikletler elektrikli, yani müşteri taşıması çok zahmetli değil. 

Londra’nın tam kalbine geldik. Oxford Street’teyiz. Bir ucundan diğer ucuna yürümesi yarım saatten fazla süren upuzun bir cadde. Dünyaca ünlü alışveriş mağazaları bu caddede olduğu için kaldırımlar hınca hınç insan kaynıyor. Trafik ise neredeyse her zaman sıkışık. Müşteri alma düşüncemiz olmadığı için trafiğin izin verdiği ölçüde yavaş yavaş ilerliyoruz. Caddenin ortasına kadar geldik ve oradan Londra’nın bir başka ünlü caddesi Regent Street’e döndük. Oxford Street kadar olmasa da burası da kalabalık. İyi tarafı Oxford Street’ten biraz daha geniş olduğu için trafik sıkışıklığı yok. Dört katlı, yüz elli yıllık oyuncak mağazası Hamleys de bu cadde üzerinde. Bu arada gündüzleri buralarda dolaşmalıymışım, çünkü gündüz en çok bu iki cadde üzerinde müşteri alıyormuşuz. Regent Street’in sonu ise Piccadilly Circus (Pikadili Sörkus) diye adlandırılan bir meydana varıyor. Burası Londra’nın tam kalbi ve buluşma noktası. Meydan geniş olduğu için Türk bisiklet taksiciler burasını durak gibi kullanıyormuş. Vardığımızda beş tane daha Türk orada müşteri bekliyordu. Biz müşteri almayacağımız için onlara selam verdik ve en arka tarafa park ettik. Maksat ortama alışmak ve diğer Türklerle tanışmak. 

Bu arada Bülent Londra merkezi çok iyi biliyordu. Bisikleti gayet ustaca kullanıyordu ve Türk olmayan bisiklet taksicilerle olan konuşmasına bakılırsa yeterli seviyede İngilizce konuşuyordu. Ortak zannettiğim yokluklarımız meğer sadece benim yokluklarımmış. Bu yeni öğrendiğim bilgi beni biraz panikletti. Şimdiye kadar tek dayanağım Bülent yapabildiğine göre ben de yapabilirim şeklindeydi. Artık işi yapabileceğime olan inancım kalmamıştı. “E sen bana niye ben de çok iyi bilmiyorum dedin” diye çıkışınca Bülent her zamanki yumuşak ses tonuyla “Ya sen şimdi niye ona takıldın ki?” şeklinde suçu üstüne almaktansa bana paslayan bir cevap verdi. “Ee kabahat samur kürk olsa kimse sırtına almazmış. Tabi canım durduk yere ben şimdi niye Bülent’in merkez Londrayı iyi bilmesine, bisikleti güzel kullanmasına ve İngilizce bilmesine takıldım ki?  Sonrasında Bülent “İlla işi hiç bilmeyen birilerini arıyorsan o kadar çalışanın arasında vardır mutlaka senin gibi yeni başlayan birileri merak etme.” diye de devam etti. Bülent’in bir konuda şaka yapıp yapmadığını anlayamazdınız; bir şey söylerken ses tonu ve mimikleri hiç değişmiyordu. Bu yüzden şaka mı yapıyor, gerçekten dediği gibi mi ancak yaşayarak öğrenecektim.

Canım çok sıkılmıştı. Şimdiye kadar bir an önce para biriktirip dil kursuma devam ederim diye düşünürken, şimdi, bir haftalık parasını peşin ödediğim bisikletin kirasını bari çıkartsam diye düşünüyordum. Bugün salı, işi bugün bile bıraksam haftaya pazartesiye kadar ödenmiş bisiklet kirası var. Bu hafta mecburen çalışacağım. Benim kebap shoptan kalma haftalığım bisiklet kirası, oda kirası derken neredeyse bitti. Üç gün içinde para kazanamazsam bu sefer kesin aç kaldım demektir. Şu ana kadar aç kalma ihtimaline hiç bu kadar yaklaşmamıştım. Diğer çalıştığım yerlerde hem yemek veriyorlardı, hem de zaten hafta bitince haftalığımı alıyordum. Elime üç kuruş da olsa bir para geçiyordu. Bu arada İngiltere’de maaşlar da, harcamalar da haftalık olarak yapılıyor. Pazartesi bu işe devam edeceksem yeniden bisiklet kirası ve başka iş arayacaksam bile yeniden oda kirası ödemek zorundayım. 

Piccadilly Circusta diğer Türklerle beraber beklemeye devam ediyoruz. Bülent, moralimin bozulduğunun bile farkında değil. Yine düz bir tonla “Bundan iyi iş mi bulacaksın, bak ne güzel sosyalleşmek istersen burada dur Türklerle sosyalleş, az ileride Leicester Square (Lestır Sukuer) var, oraya git Polonyalılarla İngilizceni geliştir. O da olmadı al bi çay, yak bi sigara, otur bisikletine çay sigara keyfi yap.” dedi. Beni gaza mı getirmeye çalışıyor, bu işte para mara yok biz ortamını seviyoruz demeye mi getiriyor anlamak mümkün değil. Çocuğa doğarken jest ve mimik özelliği eklemeyi unutmuşlar. Ne yüzünde bir değişiklik ne sesinde bir farklılık var. Beni yine bir endişe kapladığı için, ağzımdan çıkanlar beynimin süzgecinden geçmemeye başlamıştı. Endişelenmeye başlayınca ne dediğimi bilmiyorum. Bülent “Al çayını, yak sigaranı…” dedi diye en önemli sorunummuş gibi “Ben sigara içmiyorum ki” dedim. Yine jestsiz, mimiksiz, ve çok normal bir şey söylüyormuş gibi “Yauv içmiyorum olur mu? Gurbettesin. Bak şu arkadaşlara hepsi içiyor, sende iç.” dedi. Bülent’teki sakinlikteki çıta Allahuekber dağlarında, vurdumduymazlık dersen Konya ovası genişliğinde. Küçükken Passiflora kazanına falan düşmüş olmalı bu çocuk, kesinlikle başka bir açıklaması olamaz. 

Meydanda bulunan diğer Türklere bakıyorum, onlar da gayet rahat. Arka koltuklara ikişerli, üçerli oturmuşlar sohbet ediyorlar. Geldiğimizden beri müşteri alanı görmedim. Geldiğimizden beri benden başka panikleyeni de görmedim. Bunların hepsinin anaları-babaları zengin herhâlde diye düşünmeye başladım. Keşke kebap shoptan bari çıkmasaydım, bisikletten taksi mi olur? Hava soğuk, Londra dediğin yer yaz-kış yağmurlu, normal taksi varken niye buna binsinler ki? Binerler mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder